İngilizce kursu: Herkesin konuşmak istediği kişi!

“Eş durumundan Rusyalı” arkadaşımız AYSUN YANGIN, “Çiçeği burnunda bir Moskovalının not defteri”ne üçüncü yazısı ile devam ediyor:

İngilizce bilgim bu yaşıma kadar maalesef “I don’t know how to say”den daha öteye gidebilmiş değil ve hâlâ çoğu şeyi nasıl söyleyeceğimi bilmediğimi hissediyorum. Fakat müthiş bir azimle okuyorum, dinliyorum, yazıyorum. Sanırım bende çocuğuna İngilizce öğreterek onun hayatını kolaylaştırmak isteyenlerdenim. Hatta ben Rusçayı da öğrenmesini deli gibi isteyen biriyim.
Ablamın nişanlısının Avusturalyalı olması, en son gittiğim iş görüşmesinde İngilizce yetersizliğim nedeniyle işe alınmamam gibi nedenlerle Rusya’da Rusça öğrenmek yerine İngilizce öğrenmeyi daha uzun vadede faydalı buldum. Çünkü dışarı çıktığımda da kendimi İngilizce dışında başka bir dille ifade edemiyordum. Tek sorun; bunu düşünürken Rusların bir kısmının -en azından benim muhattap olduğum kısmının- İngilizce bilmediğini düşünememiş ve İngilizce bir kelime duyunca far görmüş tavşana döndüklerini hiç hesaba katmamış olmamdı. İtiraf etmeliyim ki onların bu davranışı karşısında kendimi bir Amerikalı ya da İngiliz gibi hissedip aksanlı konuşmaya çalışmışlığım bile var. Çocukluk işte :)

Neyse çok şükür ki güler yüzlü biriyim ve el kol hareketleriyle iletişim benim işim sayılır. :)

Biraz araştırmayla “EF English First” adında bir kurs bulduk. Görüşmeye gittik ve ben ilk deneme dersinden sonra kursa bayıldım. Hala da severek giderim ve gördüğüm en iyi yöntemi kullanıyorlar diyebilirim.

Kurstaki ilk günlerim benim için korkutucuydu. Program müdürümü tam olarak anlayamadığım için ilk zamanlar kursun bir çok kuralını deldim ve derslere nasıl çalışacağımı anlamakta epey zorlandım. Derslerde belirtilen konuyu eşleştirildiğimiz arkadaşlarla tartışmak benim için kabir azabı gibiydi. Dersler geçmek bilmiyordu ve arkadaşlar bir cümle kurayım diye gözümün içine bakıyordu. En sonunda bir kaç cümle kalıbı ezberleyip gittim. Bir süre sonra anlamaya başladım ve artık cümleler kurabiliyordum. Bu sürece Rus arkadaşların da katısı çok, telaffuzları o kadar değişik geliyordu ki, mesela “The”yı “Zıh” diye söyledikleri için uzun zaman sözlükte “zeah” diye bir kelime aradım. Sonra arkadaştan kurduğu cümleyi yazmasını rica ettim de herkesin birbirini anladığı ama benim kimseyi anlamadığım kısır döngü son buldu.
Konuşmaya başladıkça insanların benimle arkadaş olmaya çalıştıklarını farkettim. Çünkü benimle İngilizce konuşmak zorundaydılar ve yanlış söylemekten bir Rusla konuşurken çekindikleri kadar çekinmiyorlardı. Bu sayede diş hekimliği ve mimarlık okuyan öğrenci arkadaşlarım, taşıyıcı anneler ve bebek isteyen aileleri bir araya getiren bir şirketin müdürü, bir manken ve tasarımcı arkadaşlarım olmuştu.

Bu arada da bahar gelmişti. Yani çok şükür güneş yüzünü göstermişti ama ben hâlâ montlaydım. Hatta bir gün (sanırım Nisan ayıydı) üzerimde şişme kırmızı bir montla kursa giderken metro görevlisi beni durdurdu ve montumun önünü açmamı istedi. Yani ben öyle tahmin ediyorum, çünkü ne söylediğini anlamadım. Ben İngilizce olarak “Sizi anlamıyorum” deyip montumun fermuarını açınca gitmeme izin verdi. Sonraki günlerde montumun önü hep açık girdim metro istasyonlarına. Adamlar da haklı tabi. Kim, nedir, nereden bilecekler.

Yaklaşık 3,5 ay kursa gittim. Sonrasında Moskova’ya yolculuğumuz, vize işlemleri için Türkiye’de bekleyişimiz gibi süreçler araya girdiği için 2,5 ayım resmen çöp oldu. Yukarıda kursa methiyeler dizdikten sonra sular seller gibi İngilizce konuştuğumu düşünen arkadaşlara söylüyorum, hayır maalesef öyle değil. Daha iyi anlıyorum, daha iyi ifade edebiliyorum ve hatta daha iyi yazıyorum ama yeterli değil. Aynı kursa hâlâ devam ediyorum ve ilerleyen aylarda size İngilizce şiirler yazacak kadar azimle çalışıyorum. :)

DEVAM EDECEK

Share Button