Bir ‘güzel insan’a teşekkürler: Nazım’ın yolunu kolayladı

Nazım Hikmet’in Moskova’da yaşadığı ev, adını taşıyan kütüphane pek çok Türk için bir “sır” gibidir. Nasıl gidileceğini bilen azdır. Rusya ve Nazım aşıklarından, uzun yıllarını Rusya’ya adayan inşaat sektörünün duayen ismi, kitaplarıyla Rusya’yı tanıtan gezgin, fotoğrafçı Timur Özkan işte bunu dert edindi. Her zamanki gibi “yorulmayan savaşçı” kimliği ile tek başına uğraştı, masraflarını cebinden karşıladı ve Nazım dostları için çok değerli bir armağan hazırladı: Sizi Nazım’ın adresine götürecek bir kitap ayracı!

Önce konuyu biraz daha ayrıntılı anlatalım:

Nazım Hikmet Kütüphanesi’ni ve evini bulmak artık kolay!

Moskova’da yaşayıp da Nazım Hikmet’in mezarının bulunduğu Novodeviçi’yi görmeyen yoktur.

Ancak büyük şairimizin Moskova’da bulunduğu dönemde yaşadığı ve bu dünyaya veda ettiği evi ile Nazım Hikmet adını taşıyan kütüphaneyi görenlerimiz kadar görmeyenlerimiz de vardır.

Ancak görenler için de görmek isteyecekler için de bu iki önemli adresi bulmak kolay değil.

ayrac rusya

Yeşil hattaki Sokol metro istasyonundan yürüyerek ulaşılabilen ev ve kütüphaneye gitmek için her seferinde çok arandığını söyleyen dostumuz Timur Özkan; söz konusu adreslerin ulaşım krokisine yer verdiği bir kitap ayracı bastırarak, buraya gitmek isteyenlere yardımcı olmayı düşünmüş.

Aynı zamanda koleksiyon ve hatıra değeri de olan kitap ayraçlarının diğer yüzünden 59 numaralı Nazım Hikmet Kütüphanesi’nin giriş fotoğrafının yer alıyor.

Özkan’ın hediye ettiği ayraçlarının kendilerine de güzel bir sürpriz söyleyen Kütüphane yetkilileri, Moskova’da yaşayan Türklerin kütüphanelerine ve Nazım Hikmet’in evine sahip çıkmalarından duyduğu memnuniyeti dile getirirken henüz görmeyenleri de kütüphaneye davet ediyor.

Kütüphaneye yürüme uzaklığındaki ev gezilemiyor ama girişindeki, üzerinde “1952 yılından 1963 yılına kadar bu evde, devrimci ve üretken Türk Şairi, Edebiyat Dünyası’nın uluslararası değeri Nazım Hikmet yaşadı ve çalıştı.” yazan plaket de görmeye değer.

Dileyen herkes, Nazım Hikmet temalı kitap ayraçlarını RTİB merkezinden ücretsiz temin edebilirler.
İşte bu güzel çabayla bir kez daha alkışı hak eden Timur Özkan’ı Kompas-Pusula dergimizde bir söyleşi ile okurlarımıza tanıtmıştık:

– Rusya maceranız nasıl ve ne zaman başladı? Sizi Rusya’ya ne bağladı?
Rusya’ya ilk defa 1990’u, 91’e bağlayan yılbaşında turist olarak geldim. Gorbaçov iktidarda idi, Glasnost ve Prestroyka devam ediyordu. Son zamanlarında olsa da Sovyetler Birliği Dönemi’ni görme fırsatını bulduğum için şanslı sayarım kendimi. Arada bir iki kez gezmek için geldiklerimi saymazsak daha sonra çalışmak için geldim Rusya’ya. 1994 yılıydı, askeri konut projeleri devam ediyordu. Önce Pskov yakınlarındaki Strugi Kransnye ve daha sonra Moskova yakınlarındaki Nahabino projelerinde olmak üzere iki yıla yakın bir süre çalıştım. Sonrasında kimi zaman iş peşinde ama çoğu zaman gezmek için sık sık geldim Rusya’ya…
Rusya’ya bağlayan faktörler gelince, ilki klasik yanıttır ama elbette kültürüdür. Hem bize benzeyen hem bizi aşan, hem tanıdık gelen hem de tanıdıkça ne kadar çok bilmediğimiz yanı varmış dedirten kültürü yanında bu ülke gezilecek görülecek yerleriyle de hiç bitmeyecekmiş gibi duruyor. Gezdikçe daha çok gezesi geliyor insanın. Şöyle oluyor, ilki zamanlar her şey çok yeni, her şey pek ilginç geliyor. Bir süre sonra her şey birbirine benziyor. Örneğin gittiğiniz her yerde, bir sönmeyen ateş, bir Lenin heykeli, bir Arbat sokağı, tarihi bir kilise veya manastır… Tam her yer aynı demeye başladığınızda anlıyorsunuz ki hiç de öyle değilmiş. Bu defa gittiğiniz her yörenin kendine göre özelliklerini keşfetmeye başlıyorsunuz. Örneğin dünyada iki kıtayı bağlayan tek köprünün İstanbul’da olmadığını, bizim Boğaziçi Köprüsü’nün bir kardeşinin Orenburg’da olduğunu öğrenmek ilginç geliyor.
– Rusya’yı ne kadar gezdiniz?
Bugün itibariyle 24 yılda, tam 48 kez gelmişim. Bu arada Kaliningrad’dan Kamçatka’ya, Kafkasya’dan Yakutsk’a 30’dan fazla kentini/bölgesini gezdim. Bu da kendimi şanslı saydığım diğer bir husustur. Bu kadar geniş bir coğrafyayı benim kadar gezmiş Rusların sayısı fazla olmasa gerektir. Ayrıca Trans Sibirya, Trans Mongolya, Volga Volga gibi Rusya’nın en popüler turlarına da katıldım Nijni Novgorod’dan düzenlenen ve sadece meraklılarının bildiği ilginç bir Stratosfer uçuşu da gerçekleştirdim…
Rusya tarih boyunca dünyanın en çok merak edilen coğrafyası olmuş. Bugün de öyle. Öte yandan çok büyük bir ülke ve herkesin her tarafını gezmesi mümkün değil. Bunun için biraz sistematik hareket etmeye ve Rusya’nın farklı kültürlerini yaşatan bölgelerini seçerek gezmeye çalıştım. Doğal olarak çalıştığınız veya iş, ziyaret vb herhangi bir nedenle gittiğiniz kentler yanında oraya yakın yerlerin bir önceliği oluyor. Örneğin Tyumen’de çalışıp veya Tyumen’e kadar gidip de UNESCO Dünya Miras Listesi’ndeki tarihi Tobolsk kentini ve yol üzerindeki efsanevi kahin Rasputin’in doğduğu köyü, müze haline getirilmiş evini görmemek olmuyor.
– Bu gezilerden kitap, sergi vb. olarak hani eserler çıktı?
Rusya’daki gezi izlenimlerim, aralarında Kompas Pusula’nın da bulunduğu bir çok gazete ve dergide yayımlandı. Sadece Rusya hakkındaki yazılarımın sayısı 30’dan az değildir. Bunların haricinde Rusya hakkında iki kitaba imza attım. Önce 2008 yılında yayımlanan ve 43 gezgin yazarın ortak eseri olan “Gezgin Gözüyle Rusya ve Kafkasya” adlı kitabın editörlüğünü yaptım. 2014 yılında ise “Kaliningrad’dan Kamçatka’ya Rusya” adını taşıyan ve sadece kendi yazılarımdan oluşan kitabım yayımlandı. Bu arada 2011 yılında düzenlediğimiz ve Moskova’da iki ayrı AVM’de ziyarete açılan fotoğraf sergimiz oldukça ilgi gördü. 38 gezgin fotoğrafçıya ait 60 fotoğrafın yer aldığı bu sergiyle Türkiye’nin tanıtımına küçük de olsa bir katkı yaptığımıza inanıyorum. Şimdi sırada Ankara’da açmayı planladığımız ve bu defa Rusya’dan fotoğraflarımızın yer alacağı bir başka sergi var. Rusya Federasyonu Ankara Büyükelçiliği ile ortaklaşa gerçekleştirmeyi düşündüğümüz bu sergiyle de Rusya’nın Türkiye’deki tanıtımına bir katkı yapmayı planlarken böyle kitap ve sergilerin Türk ve Rus halklarının yakınlaşması için de küçük birer vesile olduğuna inanıyorum.

– Moskova ve Sankt Peterburg gibi fazlasıyla turistik iki kenti hariç bırakırsak, muhakkak görülmesi gerektiğini düşündüğünüz bir kaç yeri okurlarımızla paylaşır mısınız?
Üçüncü sıra için ilk aklıma gelen yer Kazan olur. Volga’nın bir kolu olan Kazanka’nın kenarında kurulmuş bin yıllık tarihi bir kent olan Kazan’ın görülecek en önemli yeri Kremlin ile buradaki tarihi Suyumbike Kulesi’dir. 16. yüzyılda Ruslara teslim olmak zorunda kalan çocuk hükümdar Otemiş Han’ın annesi ve vasii Suyum Bike’nin adını taşıyan 53 metrelik kule, biraz yana yatmış duruşuyla Pisa Kulesi’ni hatırlatsa da asıl önemi, ilk Kazan Hanlığı’ndan kalan tek eser olmasıdır. Öğrencileri arasında Lenin, Tolstoy gibi isimlerin de bulunduğu Kazan Üniversitesi, Avrupa’nın en eski üçüncü üniversitesidir. Kazan’da ayrıca sit alanındaki Bolgar Köyü gezilebilir. Bir zamanlar Volga Bolgar Krallığı’na başkentlik yapan Bolgar, 922’de, İslamiyet’in Rusya’da ilk başladığı yer olarak da biliniyor.
Moskova ve Sankt Peterburg kadar olmasa da nispeten bilinen bir yer olan Kazan’dan başka az bilinen ama Moskova’ya yakın konumuyla günübirlik de gezilebilecek yerler olarak Vladimir, Suzdal ve Sergiyev Posad gibi “Altın Halka” kentlerini önerebilirim. Altın Halka; Rusya’nın tarihi ve dini değeri yüksek kentlerinden; Moskova, Sergiyev Posad, Pereslavl-Zalessky, Rostov, Yaroslavl, Kostrama, Ples, İvanova, Suzdal ve Vladimir’i kapsayan ve Moskova’da başlayıp, Moskova’da sona eren ring şeklindeki bir rotadır.
Rusya’ya ilk defa geleceklere önerim ise Sankt Peterburg – Moskova arasında karşılıklı olarak düzenlenen Volga Nehir Turu olur ki bu turlarla Rusya’nın hem eski ve yeni başkentlerini hem de doğasını ve ayrıca karaya çıkılan Ugliç ve Yaroslavl gibi kentlerde, halkın günlük yaşamını da görmek mümkün olur.
– Bu geziler sırasında başınızdan gecen komik-trajik-dramatik, unutamayacağınız bir olayı kısaca anlatır mısınız?
Aradan geçen 24 yıla rağmen unutamadığım bir anım var ki Arbat’tan her geçişimde gözlerim biraz sonra anlatacağım kırmızı bir jiguliyi arar. Bugün Moskova’nın her tarafına yayılan döviz sektörünün öncüsü olarak o gün bizimle birlikte karakola götürülen, jigulideki iki gencin olduğunu düşünürüm…
Gezimizin son gününde birlikte alışveriş yapmakta olduğumuz iki arkadaşım; yeşil parkalı, kot pantolonlu, hafif sakallı bir sivil polisle yanıma geldiklerinde ve de çok güzel İngilizcesi konuşan polisin kendilerini karakola götürmek istediğinde söylediklerinde, doğrusu ben de olayın ciddiyetine vakıf olamamıştım.
Önce polisi ikna etmeye çalıştık. Turist olduğumuzu, yarın döneceğimizi, hiç vaktimizin olmadığını söyledik. Polis ise bizimle işleri olmadığını, kendi memleketlerinde karaborsayı önlemeye çalıştıklarını, bu gençleri mahkemeye verebilmek için bizim ifademizin şart olduğunu söyleyerek ısrar etti. Bu defa bozdurduğumuz paradan vazgeçebileceğimizi söyleyerek açıkça rüşvet teklif ettik ama bunu da kabul etmedi, polis işini yapıyordu.
Fakat gene de bir terslik vardı, Polis karakolu bulamıyordu, sonradan anladık ki sivil polisler birisini yakalayınca en yakın karakol hangisi ise oraya götürüyordu. Neyse işin şakası yoktu, hemen bizim rehberi bulduk. Rehberimiz bu işe biraz bozulmakla birlikte mecburen geldi ve hep beraber bir karakola gittik. İfade faslı tam bir komedi filmiydi. Sorular Rusça soruluyor, bizi yakalayan polis İngilizceye çeviriyor, bizim rehber polisin İngilizce sorduğunu Türkçeye çevirerek bize aktarıyor ve tabii yanıtlar da aynı şekilde sırayla üç dilde alınıyor. Örneğin polisin “bu gençleri bir daha görseniz, tanır mısınız” şeklindeki sorusunu rehberimiz, kafamızı yukarı kaldırarak cevap vermemizi hatırlatarak tercüme ediyor (aksi halde bizi mahkemeye kadar tutabilirlermiş) veya arabanın rengini birimiz kırmızı diğerimiz turuncu diye beyan edince, ifadeleri arasında fark olmasın diye turuncu diye cevap vereni de kırmızı olarak naklediyor…
Önce bir polis memuru daha sonra (Ermeni olduğunu öğrendiğimiz için zorluk çıkarmasından korktuğumuz) şefi ayrı ayrı ifadelerimizi aldı, bizi yakalayan polislerin kendi raporları da eklenince ve tüm evraklar iki dilde yazılıp imzalanınca neredeyse bir klasör evrak yazıldı, imzalandı. Yazışmalar uzadıkça aklımıza KGB filmleri geliyor, bu esnada oteldeki eşyalarımızın arandığı, mahkemeye kadar orada tutulacağımız vb gibi istenmeyen durumları düşünürken aslında polis bize bayağı yardımcı oluyordu. Sonunda işlemler bitti, yakalanan Dolarlar ve karşılığının az eksiği ile bizdeki Rubleler (yoldan geçen iki tanığın da imzaladığı tutanaklarla) kamulaştırıldı. Biz de, ayrı ayrı özür dileyen polis ve Ermeni amiri tarafından oldukça sıcak bir şekilde uğurlandık.
– Türkler ile Ruslar arasındaki benzerlikleri ve farklılıklar sizin pencerenizden neler?
Önce şunu belirteyim ki söz konusu Rusya ve Ruslar olunca tarafsız olmak genelde kolay değildir. Bu ülkeyi ziyaret eden eski tüfek sosyalistler veya bugünün idealist gençleri, Sovyet rejiminin bazı eksik veya yanlışları da olabileceğini görmek ve sistemin bu nedenle yıkılmış olabileceğini kabul etmek istemezler. Buna karşılık kronik rejim karşıtları ise sistemin eğitimde, sağlıkta, sporda ulaştığı başarıları (sıfır okuma yazma bilmeyen oranı, kişi başına doktor sayısı veya olimpiyatlarda aldıkları madalya vb) görmezden gelmeyi tercih ederler. Oysa siyasi gözlüğümüzü çıkardığımızda görürüz ki, bugün yanı başımızda, köklü bir geçmişe sahip ve kendini yenilemekte olan büyük bir devlet vardır. Bu devlet (artık karadan değilse de denizden) bizim komşumuzdur. Bulunduğumuz coğrafya ve ortak tarihimiz bizi, birbirimizden uzaklaştırmamış, aksine hep yaklaştırmıştır. Örneğin, dün, Kurtuluş Savaşı’mızda büyük desteğini gördüğümüz bir ülkeyi; o dönemdeki katkılarını unutarak, bize rejim ihraç etmeye çalışan ve Boğazlar’da gözü olan bir düşman görerek haksızlık ettik. Bugün ise; kültürel düzeyi yüksek, sanatın, sporun her alanında başarılara sahip bir toplumun fertlerini, tırnak içinde Nataşa kabul ederek haksızlık yapıyoruz.
Rusya’da uzun süre yaşayan pek çok kişi, Rus ve Türk halklarının birbirine benzer yönlerinin, farklı yönlerinden az olmadığını bilir. Örneğin gerektiğinde birbirlerini acımasızca eleştirirken dışarıdan birinin Ruslar hakkında kötü bir şey söylemesine asla izni vermeyen veya eve gelen misafire yedirip içirmek için evde ne var ne yoksa masaya çıkaran Rusların, Türklerden farklı olduğunu söylemek mümkün müdür? Ama öte yandan kadın erkek ilişkilerinde geleneksel olarak daha tutucu görünen bizlerin Ruslara benzediğini söylemek zor olsa da, buradaki Türklerin daha çok buraya, Türkiye’deki Rusların daha çok Türkiye’ye benzemekte oldukları da bir gerçektir.

Share Button